İŞ İŞTEN GEÇMEDEN..!

Kişisel hayatımızda da, kurumsal ve toplumsal hayatımızda da yeri geliyor çok ciddi krizlerle karşılaşıyoruz. Çoğu zaman da hazırlıksız yakalanıyoruz hayatımızı alt üst eden bu gelişmelere. Halbuki yaklaşan bu depremlerin “işaretleri” çok önceden gelmeye başlıyor çoğu zaman, duyma becerisine sahip kulaklar “ayak seslerini” duyuyor bu nahoş hadiselerin. Bir önceki makalem VERİ Mİ, BİLGİ Mİ, YORUM MU..? nun kapanış cümlesini yazarken ortaya çıkmıştı bu yazımın konusu aslında, o cümleyi hatırlatmak isterim: “Aslında “hayatın her alanında” toplanan “verinin” anlamlı “bilgi kümeciklerine” dönüştürülmesi ve geleceğimize yönelik olarak “olumlu bir ruh hali “ ile “doğru yorumlanması” vazgeçilmez bir “disiplin” ve “başarı formülü” olarak çıkıyor karşımıza.” Önceki yazımın sonucu olan bu cümle, bu makalemin konusu olan bir soruyu doğuruyor; Hayatımızı derinden etkileyen gelişmelerin, krizlerin çoğu, işaretlerini doğru yorumlama, gerekli disiplin ve proaktif bir yaklaşım ile engellenebilir mi ya da zararları asgariye çekilebilir mi?

Elbette ki “kişisel, kurumsal ve toplumsal” hayatımızdaki gelişmelerin önemli bir kısmı “kontrolümüz dışında” cereyan ediyor. Ama küçümsenmeyecek bir kısmı da “tahmin edilebilir” nitelikte ve bu sınıfta yer alanların hatırı sayılır “olumsuz etkileri” oluyor hayatımıza, “gerekli tedbirleri almadığımız ve işi oluruna bıraktığımız” için. Çok iyi eğitimli, iyi donanımlı bireyler özel ve iş hayatlarındaki “geliyorum” diyen tehlikeleri göz ardı ediyor, iyi planlanmış süreçlerle yönetilen büyük şirketler krizlere “hazırlıksız” yakalanıyor ve ülkeler göz göre göre yanlış siyasi kararları ısrarla uygulamaya devam edip, büyük ekonomik krizlere hatta savaşlara “kurban” gidiyorlar. Hakikaten eksik olan, gözden kaçan, atlanılan nedir tüm bu süreçlerde?

Ben sağlıklı değerlendirme ve yorumlamaların önünde “üç tür engelin / zaafın” var olduğuna inanıyorum ve bunları da sırasıyla “şahıslar, kurumlar ve ülkeler” ile bağlantılıyorum;

– Psikolojik Zaaflar / Şahıslar: Bireyleri yaklaşan tehlikelere karşı “körleştiren” zayıflıklar. İnsanoğlu olarak elimizdeki bilgiyi işlemede ve doğru çıkarımlarda bulunmada zaaflar yaşıyor, yaklaşan tehlikeyi “görmezden” geliyor veya “küçümsüyoruz”. “Potansiyel” problemlerin gerçekleşmeyeceğine inancımız daha yüksek, gerçekleşirse de “nasılsa hallederiz” diye düşünüyoruz. Çevremizdeki insanların eylemlerinin bizim üzerimizdeki olumsuz etkilerini kaale almaz durumdayız, kendimizi bu eylemlerin sonuçlarına karşı “peşinen korunaklı” görüyoruz. Halbuki sadece kendi kararlarımızın değil, “başkalarının tercih ve kararlarının” da bizim hayatımızı ne denli etkileyebileceği açık fakat bu konuda “küçümser bir illüzyon” içindeyiz. İnsanoğlu olarak “yarına değil bugüne odaklanmış” canlılarız, yarın çekeceğimiz daha “büyük acıları” engelleyebilecek daha “küçüklerine” bugün katlanmak istemiyoruz. Başkalarının yaşadıkları bizim için yeterince tetikleyici bir örnek teşkil etmiyor, maalesef “yaşamadıkça” yeterli aksiyon almıyoruz. Kitaplarda, gazetelerde başkaları tarafından yaşananlar bizim için sönük bir “vah, vah” olmanın ötesine geçemiyor. Dünyayı “olduğu gibi değil, düşündüğümüz ve hayal ettiğimiz gibi” görme temayülündeyiz.

– Organizasyonel Zaaflar  / Kurumlar: Önceki makalemde de önemle üstünde durduğum gibi, kurumlarımızda “veri biriktiriliyor”, anlamlı “bilgi kümecikleri” ve “geleceğe yönelik olumlu bir yorumlama” yeteneği, istisnalar dışında, gelişmiş değil. Yaklaşan tehditlere bakış, “departmanlara ayrılmış” ve dolayısıyla “parçalanmış” durumda, gereken “bütüncül bakış açısı” bir türlü yakalanamıyor. “Puzzle” ın farklı parçaları, farklı “departman ve şahısların” ellerinde, kimse resmin “bütününü” göremiyor. Teoride parçaları birleştirmesi ve resmin bütününü oluşturması gereken “üst yönetime” ise “filtreden geçmiş ve çoğu zaman manipüle edilmiş” bilgi parçacıkları geliyor. Hassas ve tehditlerden bahseden yorumların üzerleri örtülüyor, çoğu zaman “muhalif” veya “felaket tellalı” görünmemek adına. Sadece bilgi “dağınık” olarak kalmıyor bugünün çok başlı, çok departmanlı, çok merkezli kurumlarında. “Sorumluluk da” aynı şekilde “dağılıyor”. “Nasılsa biri çözer” denilerek yaklaşan tehditlere alınacak önlemler “ortada bırakılıyor” herkesin topu “birbirine atması” ile. Tehditleri algılayacak ve önlem alacak donanımı ve gücü olmayan birim ve şahıslara çok yük bindirilirken, hakikaten “çözüm üretme gücüne” sahip olan şahıs ve birimler devre dışı bırakılabiliyor.

– Politik Zaaflar  / Ülkeler: Ülkemizin yakın tarihi, muhtemel tehditlerin ve krizlerin kulakları sağır eden ayak seslerini dahi duyulmaz hale getiren bu türden zaaflarla dolu. Farklı “menfaat gruplarının” siyasi sistem üstünde kurdukları “vesayet” pek çok alanda (ekonomi, dış politika, demokratikleşme, basın özgürlüğü, temel insan hak ve hürriyetleri, terör vs..) “açık ve net görülür tehditlerin” engellenmesi uğrunda yapılması gerekenleri “hasıraltı etti” çoğu zaman. Ucu açık bir konu olduğu için daha derinlere gitmeye gerek görmüyorum.

Peki hayatımızın her alanını etkileyen bu “proaktif kriz / tehdit yönetimi” sorununu daha az yaşayabilmek adına nasıl bir yaklaşım gerekir acaba?

“Çevremizi iyi analiz etmek, süzgeçten geçirmek ve alternatifler planlamak” gerekli elbette ama “yeterli değil”. “Tehditi doğru tanımlamak”, “öncelikler sıralamamızı buna göre oluşturmak” ve “kaynaklarımızı bu doğrultuda hareket geçirecek bir irade ve güce sahip olmak” zorundayız.

“Tehditi doğru tanımlamak” oluşan bilgi kümeciklerini, hem şahsi hem de kurumsal hayatımızda “doğru yorumlamaktan” geçiyor. Tanımlama zaafı basit bir dikkatsizlik sonucu olabileceği gibi “aşırı bir özgüven veya kibir neticesi “ de olabilir.

“Öncelikler sıralamasının belirlenmesi” başarılamadığı müddetçe “tanımlamanın” tabii ki bir anlamı kalmıyor.

“Gerekli kaynakları mobilize etmeden” de ilk iki safhanın başarılmış olmasının bir önemi yok. Yaklaşan tehditin engellenebilmesi veya en azından zararın asgaride tutulması için, “kişi”, “kurum” ve “ülke” olarak, vakaya göre, “kaynaklarımızı verimli şekilde kullanabilecek hareket yeteneğine, iradeye, güce ve disipline sahip olmak zorundayız”.

Öngörülemeyecek kadar hızlı gelişen krizlere karşı savunmasız olduğumuz doğru. Ama “birey olarak, aile babası / annesi olarak, şirket yöneticisi olarak ve hatta başbakan” olarak bizlere düşen “tahmin edilebilir tehdit ve krizlere karşı ev ödevimizi ve hazırlıklarımızı zamanında ve yeterli bir şekilde” yerine getirmek. “Önce tedbir sonra tevekkül..!” Aksi taktirde gelişmelerin, krizlerin, tehditlerin önünde değil arkasında yer alacak, kendi oyunumuzun kurucusu değil, oynanan bir oyunun kurbanı olmaya devam edeceğiz.

Binlerce cana malolan hazin “17 Ağustos Depremi” de zamanında bir “tehdit / tehlike” olarak öngörülebilmiş ve gereken önlemler alınmış olsa idi, sonucu bu kadar yıkıcı olur muydu? Bir başka 17 Ağustos’ ta yazdığım bu makalede sormaktan alamıyorum kendimi…

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

17 Ağustos 2012 – Cuma / 16:01

About LÜTFULLAH KUTLU

Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu, "İş İşten Geçmeden" kitabının yazarı, yönetim danışmanı, profesyonel yönetici, evli, çocuk sahibi, insan olma sorumluluğunun bilincine varmaya çalışan...
Bu yazı İŞ YAZILARIM içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın