3 YABANCI DİL, 4 MÜZİK ALETİ, 5 SPOR DALI, 6 ……..!! İNSAF..!

Çoğu zaman hırslarımızı kontrol edemiyor, gerçekleştiremediklerimizi, ulaşamadıklarımızı, içimizde ukde kalanları çocuklarımıza yüklüyor; kişiliklerini, dengelerini yok eden bir rekabet dünyasının tam göbeğine fırlatıyoruz onları, hem de hayatlarının başlarındayken henüz. 21 Şubat 2012 tarihli ZAMAN, ZAMAN, ZAMAN..! makalemin son bölümünde; özelde, zamanı kötüye kullanan çeşitli kişilik tiplerinin, yetiştirilme tarzı ve çocukluk dönemlerinde aile ve okulla kurdukları ilişkilere dikkat çekmiştim. Genelde ise bu ilişkinin “hayattaki denge kavramı” ile olan yakın ilgisini de bu yazının konusu yapmaya çalışacağım.

Yakınen şahit olup, yaşadığım için biliyorum. Daha “ana okullarında” başlayan müthiş bir rekabetle çocuklarımız “hep daha fazla skor” hedefleyen bir “sistemin” parçası oluyorlar. Öyle ki, hedef bu makalenin başlığı gibi ironik bir şekilde “üç yabancı dili konuşmayı, dört müzik aletini çalmayı, beş spor dalında başarılı olmayı ve daha nice faaliyeti gerektiriyor”. Elbette ki mübalağa payım var ama zaten sadece sınavlarda skoru hedeflemiş bir eğitim sisteminin üzerine eklemlenmiş bu denli “hırs dolu amaçları” çocuklarımız üzerinde yoğunlaştırmak ne derece insaflı, ne derece doğru? Bu körpe dimağları bu tür “kısıtlı hedeflerle” bu kadar meşgul ederken, acaba kainatın üzerinde yaratıldığı “denge mefhumunu” nasıl “kaybediyoruz ve kaybettiriyoruz gelecek nesillere” farkında mıyız?

Konu ile ilgili “iki not çıkardım arşivimden”, sizlerle paylaşmak istediğim;

Birincisi 1990′ lı yıllarda arşivime aldığım bir yazı. Muhtemelen konunun ileride ne kadar önem kazanacağını sezinlemişim;

Bir üniversitenin öğretim yılı açılış toplantısında, o dönem Coca Cola CEO’ su olan Brian Dyson öğrencilere hitap ediyor:

“Hayatı “5 topu” havaya fırlatıp peşpeşe çevirdiğiniz bir oyun olarak hayal edin. Bu toplar sırası ile “iş, aile, sağlık, arkadaşlar ve manevi dünyanız”. Bu topları çevirirken zamanla şunu farkedersiniz. Bu topların sadece bir tanesi “lastiktir, o da iş”. Yere düşerse geriye sıçrar, hatta bir öncekinden de yukarı çıkabilir. Fakat “diğerleri camdan yapılmıştır”. “Düşürürseniz eğer en azından çizilirler, zedelenirler ya da en kötüsü, kırılırlar. Bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmazlar”

İş dünyasında zirveye çıkmış bir yöneticinin bu değerlendirmesi ve verdiği örnek beni o kadar etkilemişti ki, o gün bu 5 topa da hakettikleri önemi vermeye söz vermiştim kendi kendime. Bugün de geçici durumlar haricinde hayatımda sürekli bir “dengesizlik sendromu” yaşadığımı hissettiğim dönemlerde, bu notu hatırlıyor ve “akıl ve ruh terazimi” tekrar kuruyorum. Hayat bazen bir tarafa yatırır gemimizi, rüzgar bazen bir yönden çok kuvvetli eser fakat bilmek gerekir ki bunlar geçicidir ve “kainat mizan üzere yaratılmıştır”. Hayatın bir “yarış değil”, her anından keyif alınması gereken “bir yolculuk” olduğunun bilincinde, yaşamın tüm alanlarında yüksek performans göstermek amacıyla doğrultmalıyız tüm yelkenlerimizi tekrar ve tekrar “menzil-i maksuda giderken”

Kainat denge üzerine yaratılmıştır diyorum ya, “mavi gezegenimizi yaşanır kılan dengeler” ile ilgili bir diğer notumu da hatırlayıverdim birden… Öyle ya koskoca gök cisimleri “çok kritik denge değerleri” ile varlıklarını sürdürürken, insan nasıl tek yönlü, sadece başarı, zenginlik ve “daha fazla, daha fazla” odaklı bir hayat sürebilir? İnsan için “kritik denge değerleri” nasıl olmaz? Kritik bir “yoğunluk değerinin üzerine çıkıldığında” kainat kendi içine çökecekken veya tam tersi “bu yoğunluk değerinin altında” gezegenler bağlı oldukları yıldızların yörüngelerden fırlayıp gidecekken, insan nasıl “maddi – manevi hayatının dengesini tutturmadan” yaşayabilir?

Amerika’ lı astronom Hugh Ross’un “mavi gezegenimizde yaşam için gerekli dengeler” listesinden bir kaç madde ;

– Yerçekimi : Bugünkünden daha güçlü olsaydı atmosfer çok daha fazla amonyak ve metan biriktirir, yaşam olanaksız olurdu. Daha zayıf olsaydı atmosfer su tutamaz, canlı hayat hiç oluşmazdı.

– Güneş’ e uzaklık : Bugünkünden daha fazla olsaydı gezegen buzul çağına girerdi. Daha yakın olsaydı, kavrulurduk.

– Yer kabuğunun kalınlığı : Bugünkünden daha fazla olsaydı atmosferden çok daha fazla oksijen kabuğa transfer olur, yine canlı hayata imkan olmazdı. Daha ince olsaydı volkanik aktiviteler canlı hayatı mümkün kılmazdı.

Detayına giremeyeceğim daha bir sürü denge kriteri; dünyanın kendi çevresindeki dönme hızı, ay ile dünya arasındaki çekim etkisinin gücü, dünyanın manyetik alanı, atmosferdeki değişik gazların oranı vs..vs..

Elbette ki uzmanlık alanım değil ama bu bilimsel veriler; hayatta maddi – manevi hiçbir olgunun birbirinden soyutlanamayacağını, tüm varlık kalemleri arasında çok azını farkedebildiğimiz “ilişki ve denge kriterleri, formları” olduğunu bana yeterince ispatlayan “örnekler”…

Atalar “ne ifrat ne tefrit” demişler. Başta dinimiz, temelde aynı kaynaktan neşet eden tüm ilahi dinler, tüm genel kabul görmüş ilahi öğretiler insana “orta yolu”, “dengeyi” tavsiye etmişler. Dünyanın “nizamını bozmamak” ve “fesada uğratmamak” açısından da “çevreye, tabiata karşı saygı ve denge” yine kuvvetle salık verilmiş, emredilmiş.

Bu kadar açık uyarı ve öneriler varken biz hala gelecek nesillerimizi “hesapsız bir rekabet duygusu içinde” sadece “daha fazlasına, daha fazlasına” yönelik yetiştirmeye devam mı edeceğiz? Bir parçayı hatasız çalmadan çocuğunun piyano başından kalkmasına izin vermeyen babalara, kendisi hiçbir yabancı dil bilmediği için çocuğundan üç yabancı dili anadili gibi konuşmasını bekleyen annelere, sabah altıda çocuğunu yüzmeye gönderip, akşam sekizde de voleybol salonuna gönderen, üstelik bunu haftanın beş günü tekrarlayan ebeveynlere o kadar sık rastlıyorum ki artık, söyleyebileceğim tek bir şey kalıyor; “insaf”

Elbette ki “çok çalışmaya” devam, elbette ki “hırslarımıza, beklentilerimize” devam, elbette ki “daha güzel, daha müreffeh, daha başarılı bir hayatı kovalamaya, müziğe, sanata, spora” devam ama “kritik denge değerlerimizi aşmadan, maddi-manevi mizanı bozmadan, oto-kontrol ve oto-kritiği unutmadan, insan olmanın bilincine varmaya çalışarak”…

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

29 Şubat 2012 – Çarşamba / 13:34

About LÜTFULLAH KUTLU

Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu, "İş İşten Geçmeden" kitabının yazarı, yönetim danışmanı, profesyonel yönetici, evli, çocuk sahibi, insan olma sorumluluğunun bilincine varmaya çalışan...
Bu yazı İŞ YAZILARIM içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

4 Responses to 3 YABANCI DİL, 4 MÜZİK ALETİ, 5 SPOR DALI, 6 ……..!! İNSAF..!

  1. JÜLİDE SUNER dedi ki:

    Lütfullah Bey Merhaba,

    Yine çok güzel ve önemli konuya çok keyifle değinmişsiniz. Yazılarınızı okurken çok keyif alıyorum, elinize sağlık. Yazınızda yaptığınız yorumlara sonuna kadar katılıyorum. Ben de bir ebeveyn olarak bu ikilemi yaşıyorum. Evet çocuklarımıza biraz fazla yükleniyoruz. Belki de kendimiz tatmin edemediğimiz hırslarımızı çocuklarımız üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Aslında müthiş bir hızla gelişmekte olan “çocuklara yönelik ürünler pazarı” da bu hırstan beslenmiyor mu? “Ben çocukken sahip olamadım, çocuğum sahip olsun.” “Benim zamanımda böyle şeyler yoktu, çocuğumun olsun.” düşüncesi ile yığıveriyoruz hediyeleri, oyuncakları önlerine…Maalesef öyle bir dünyada, ortamda yaşıyoruz ki, ben yapmasam, siz yapmasanız, çoğunluk mutlaka bu tip aşırılıkları yapıyor. Ve çocuğunuzun arkadaşlarının yanında silik-sönük-geri kalmasından endişe eder oluyorsunuz. Ya da çocuğunuz size gelip “Anne, arkadaşım çok şanslı çünkü bale kursuna gidiyor, hem piyano çalıyor hem de resim kursuna başlamış” deyiveriyor… İşte asıl sınav o anda vereceğiniz cevap oluyor.

    Bu tip aşırılıkların bir nedeninin de belki de “geleceğe karşı duyduğumuz güvensizlik” olduğunu düşünüyorum. Belki de çocuklarımızı nasıl bir gelecek beklediğini bilemediğimiz için onları mümkün olduğunca fazla konuda donanımlı hale getirmeye çalışıyoruz… Daha fazla şansları olsun diye…

    Ben, görüşlerinize katıldığımı tekrarlayarak, yine de belli bir dozajda, sınırları çok fazla zorlamadan, çocuğa farklı faaliyetleri yaptırmanın yararlı olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çocuklar sünger gibi ve gerçekten yaşken eğilebiliyorlar. Küçüklükten itibaren belli bir tempoya alışıp, birkaç faaliyeti koordine etmeyi öğrenebilirlerse, gelecekte de birçok faaliyeti veya işi aynı anda devam ettirebileceklerini düşünüyorum. Bu konuda dikkat etmemiz gereken en önemli unsurlardan birinin de faaliyetlerinde kararlı, düzenli ve istikrarlı olmalarını sağlamak olduğunu düşünüyorum. Aksi taktirde “maymun iştahlı” bir nesil yetişmesi işten bile olmayacak…

    Saygı ve selamlarımla,

    Jülide SUNER

    • LÜTFULLAH KUTLU dedi ki:

      Jülide Hn;

      Ben de yıllardan bu yana piyano ve yan flüt dersleri alan, bunları büyük bir keyifle ve yetkinlikle çalan, ağır bir özel okula giden, çok yönlü, çok yetenekli bir çocuk babasıyım. Çevreden bahsettiğiniz yönde gelen baskıları anne-baba olarak biz de yaşıyoruz. Ama hayatın asıl temel değerlerini, manevi altyapısını, kültürünü, kültürünün temel değerlerini vs.. gibi çok çok önemli konuları da kurban etmemeye çalışıyoruz diğer aktivitelerine. “Dengeyi” korumaya çalışıyoruz. Diğerleri böyle yapıyor diyerek kendi oto-kontrolümüzü, oto-kritiğimizi eksik etmiyor, “bir dakika nereye gidiyoruz” sorusunu hep soruyoruz. Tüketim toplumunun temel zorlamalarına karşı asıl biz ebeveynlerin “denge” mefhumunu asla unutmamamız gerekiyor ki gelecek nesillerden aynı tavrı bekleyebilelim. Konu hakkında söylenecek çok şey var hakikaten, değerli katkınız için çok teşekkür ediyorum…

      Selamlar…

  2. CraL dedi ki:

    Elinize sağlık usta

Yorum bırakın