JURNAL 77… Hizmet Tedarikçilerine Tavsiyem…

Bugünkü mesajım özelde “danışmanlık” genelde “hizmet tedarikçisi” takipçilerim için.

İş hayatımın başlangıcından bu yana her evrede en çok önem verdiğim hususlardan biri ;

“Mütekabiliyet / Karşılıklılık Esasıdır”.

Aşağıda bağlantısını bulacağınız “Lütfullah Kutlu Yönetim Danışmanlığı  Çalışma Esasları” nın ilk maddesi :

“Esas 1. Tabii ki Tanışma Toplantısı. Genellikle dar katılımlı olması tercih sebebimiz hatta sadece Yönetim Kurulu Başkanı’ nı, Ana Karar Verici Hissedar’ ı, Genel Müdür’ ü görmek isteriz ilk aşamada karşımızda. Sebebi açıktır; gizlilik ve mahremiyet koşulları çerçevesinde taşlar eteklerden dökülmeli ve neden dışarıdan gelen birine ihtiyaç duyulduğu açıkça ifade edilmelidir. Bu safhadaki şeffaflık ne kadar üst düzeydeyse, gerçekten ihtiyaç duyulan özel danışmanlık alanlarının belirlenmesi o kadar kolay olur. İlk gün veya toplantıda belirlenen genel yol haritası umumiyetle çok da değiştirilmeden muhafaza edilir. Ne kadar etkin ve üst düzey karar vericiler olursa masanın çevresinde, doğru danışmanlık türlerinin seçimine yönelik ilk işaretler o kadar güçlü alınır.”

Ben şirket sahibi bir “yönetim danışmanı” olarak karşımda “karar verici” bir muhatap görmek isterim. Bu muhatabı bulamadığım hiçbir ilk toplantıya katılmıyorum. Genelde hizmet tedarikçileri yoğun rekabet nedeniyle olması gerekenden çok daha düşük “hiyerarşik kademelerle” proje başlatmak ve yürütmek zorunda bırakılıyorlar, bu durum da ne danışmana ne de danışana fayda sağlıyor.

Kurumsal yapılar bu konuda nispeten bilinçli, sağduyulu iken KOBİ’ lerimizde son derece gayri-profesyonel hatta gayri-ahlaki tavır ve yaklaşımlarla karşılaşılabiliyor. Şirket patronlarımızın, genelde egolarından beslenen, “karşılıklılık” problemi taşıyan yaklaşımlarına hemen anında düzeltici reaksiyonlar göstermek gerekiyor.

Şirketinizi dönüştürmek, kriz yönetimi, yeniden yapılanmak, yönetim kurulu kalifikasyonu, aile anayasası gibi canalıcı konular sadece “ana hissedar, YK başkanı, hadi bilemediniz genel müdür” ile konuşulabilir, o da şirketin ölçeğine bağlı olarak.

Kendinizi ufalatmayın, akıntıya karşı kürek çekmeyin.

Doğru muhatap ile doğru başlangıçlar yapın.

İlgili bağlantı : https://www.lutfullahkutlu.com/calisma-esaslari/

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

23 Mayıs 2023 – Salı, 16:47

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 76… Neleri Daha İyi Yönetmeli?..

Her yıl Eylül’ den itibaren yaptığım görüşme ve toplantıların merkezini genelde aşağıdaki temel soru oluşturur :

Yılın kalanını kapatırken ve gelecek yılın bütçe dönemi yaklaşırken yönetim aracı olarak nelere yoğunlaşmalıyım? Neleri daha iyi “yönetmem” gerek?

Soru basit, cevabın anlatması kolay, uygulamaya alması zor.

“Kısa vadeli” anlatması kolay “konjonkturel” cevabım aşağıda :

¤ Satış kanallarını ve pazarlarını çeşitlendirmek, muhakkak ihracat ayağını, yoksa kurmak, varsa geliştirmek. Her halukarda dövize dayalı cironun volatilite dengeleyici rolünü iyi hazmetmek, doğru anlamak ve profesyonelce kurgulamak.

¤ İşletme sermayesi kullanımını, ihtiyacını, araçlarını doğru analizlemek, birincil bilanço analiz hedefi haline getirmek, gerekiyorsa yüksek ihtiyaç durumları için nakit rezerv tutmak.

¤ “Tedarik zinciri kırılması” gerçeğini kabullenmek, uzun vadeli olacağını bilmek ve özellikle “hammadde, yarı mamul tedarik planlamasını” hakkıyla yapabilmek, bunu uluslararası seviyede yapabilecek donanımdaki ekiplere sahip olmak.

¤ “Büyüme” kavramının önüne muhakkak “sağlıklı” ifadesini, muhakkaka yakın bir şekilde “kârlı” ifadesini koymak, bunun gereğini yapmak.

¤ “Tedarik zinciri” yönetiminin bir parçası olarak ama sadece onunla limitli olmadan “maliyet yönetimi” için bütün kaynaklarımızı seferber etmek.

¤ Yüksek enflasyonun borçlanan için avantaj olduğu yanılsamasına kapılmadan “borçluluk seviyelerini” olabildiğince kontrol altında tutmak. Gerçi bu sıralar “Şirketlerimiz kredi bulabilseler de kullansalar” diyorsunuz ama.!

¤ Ekosistemimiz ile ilişkilerimizi (müşteriler, tedarikçiler, finans kuruluşları, bayiler, vs.) tam bir “kazan-kazan” ortamına dönüştürmek.

¤ Çalışanlarımızın kıymetini bilmek.

Bu işin kolay kısmıydı.!

Zor olanı; “hayati ve uzun vadeli” kısmı.

Bunu da lütfen aşağıdaki blog yazımdan okuyun :

“KAFAM ÇOK KARIŞIK..! AJANDAM DA..!”

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

22 Nisan 2023 – Cumartesi, 22:14

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 75… İnisiyatif Zinciri…

Yıllar içinde oluşmuş birikimin, tecrübenin başkalarının istifadesine sunulmasının en geçerli yolu onu anlaşılabilir, kısa, net “drajeler / formüller” haline dönüştürebilmekten geçiyor. Aşağıdaki çıkarım da bunlardan biri :

■ Kurumsal düzeyde karşılaştığımız başarısızlıkların en önemli sebebi “inisiyatif kullanma —> inisiyatifin gerektirdiği donanımı edinme —> donanımın getirdiği yükümlülükleri inatla, ısrarla yerine getirebilme” zincirinde yaşanan kopukluklar.

Kişisel tecrübelerimizi gözden geçirdiğimizde veya kurumsal hafızaları şöyle bir zorladığımızda görüyoruz ki;

¤ İnisiyatif kullanmakta yani daha başlangıç noktasında başarısız oluyoruz çünkü yönetim felsefemiz “girişimi” cezalandırıyor. Bir yanda “salla başını al maaşını” cılar, bir yanda “eski köye yeni adet” çiler, ötede “kendi koltuklarını tehlikede gören memur yöneticiler”, beride “risk almaktan ölümüne korkan patronaj”. Diyelim ki aşıldı ilk engel tüm bu handikaplara rağmen, aşağıdaki bir başka büyük meydan okuma geliyor.

¤ Gerekli donanımı edinme; “başta kişisel, ardından da kurumsal”. Bunun için yatırım yapmak gerek, zaman gerek, uzun vadeli düşünebilmek gerek, inisiyatif sahibi şahıslara tahammül gerek, yapının “ayarları” ile oynamak gerek, yani “inanmak” gerek. Önce inisiyatif sahiplerinin kendilerine, sonra da yapıların onlara. İlk aşamayı geçenlerin gerekli donanımı edinmeye çalışırken çoğu zaman unufak olmalarının ve felaket U-dönüşlerinin temel sebebi bu inançsızlık. İnisiyatif var ama gerekli donanımı elde etmemizi sağlayacak zaman, sabır ve bütçe yok. Diyelim ki bu safha da başarıldı.

¤ Şimdi geldik en zor olanına; inisiyatif sahibi olmanın getirdiği tüm sivriliklere, çatışmalara, mevzi başarısızlıklara rağmen inatla, ısrarla “doğru bildiğin yolda devam etme iradesi”. Hem kişisel olarak inisiyatif sahiplerinin dayanıklılığı hem de bulundukları yapıların C-seviyelerinin, hissedarlarının verebilecekleri destek, dayanışma seviyesi, ekipleri ve süreçleri koruyabilme becerisi.

Bu zinciri hakkıyla tamamlamayı öğrendiğimizde kişisel ve kurumsal olarak arzu ettiğimiz yerde olacağız.

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

16 Mart 2023 – Perşembe, 14:19

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 74… Depremin Ardından…

Bu ülkenin artık tek bir “yetişmiş evladını” heba etme lüksü yoktur. İdeolojisi, dünya görüşü, siyasi tercihi ne olursa olsun, elini taşın altına sokmaya gönüllü, bu toplum için, vatanı için “değer üretmeye” muktedir her insanımız bizim için vazgeçilmez olmalıdır bundan sonra.

Böyle bir zaman diliminde “işle ilgili” herhangi bir mesaj yazmak benim için zorun ötesinde gereksiz, bu nedenle “temelin temeli” bir düşüncemi içimi dökmek babından paylaşıyorum sizlerle.

Artık tabir caizse “varolma mücadelesi” veriyoruz, ağırlıklı olarak deprem bölgesinde ama tüm muhtemel “felaket senaryolarının gölgesinde” bütün ülkede. Böyle zamanların tek iyi tarafı takkeyi önümüze koyarak düşünme mecburiyeti doğurmasıdır, hele bizim gibi son dakikaya kadar beklemeyi tercih eden toplumlar için.

“Liderlik kavramı” benim için herşeyden önce aşağıdaki sıralamayı ifade eder :

– Her tür kaynağının farkında olmak (beşeri, coğrafi, maddi, mali vs)

– Her kaynağı olası kriz senaryolarında nerede, nasıl kullanacağını bilmek,

– Senaryo analizlerine göre eksik kaynakları ikame etmek, yenilemek, güncel tutmak,

– Günü geldiğinde hızlı ve doğru kararlarla uygulamaya almak.

Bu sıralamaya ne kadar riayet edilirse, maliyet o kadar az olur, tersi durumda da o kadar yüksek, hiç bir yönetici krizin tam ortasında hızlı ve doğru karar alamaz, paralize olur yeterli ön hazırlığı yoksa. Sanılmasın ki bu sadece “siyasetin, ülke yönetiminin” problemi, hiç bir “kurum” bundan muaf değildir.

400+ bin müteahhitin bina yaptığı bir ülkede deprem haritası ülkenin yarısı için kıpkırmızı iken öncelikleri görmezden gelmek maalesef hepimizi yıkan sonuçları doğurdu. Artık “hakika(t)ten ders almak” zamanı; hepimiz için, her bir “kurumumuz” için.

“Covid19 pandemisi” dünyaya “yeni bir normal” getirmişti, ya da bu “iddiayı” doğurmuştu, bunu şahsen ben de savunmuştum. “Deprem felaketi” ise ülkemize her alanda “yepyeni bir normal” getirmek zorunda. Bu ülke eski “normali” ile yaşayamaz artık, çünkü “eski normal” görüyoruz ki “deprem yıkımı” getirdi. İşte bu yeni normali kurmak, uygulamak ve korumak için baştaki cümlemi tekrar ediyorum :

“Bu ülkenin artık tek bir “yetişmiş evladını” heba etme lüksü yoktur.”

Milletimizin başı sağolsun, Allah hepimize başta sabır, sonrasında ise acilen “anlayış, kavrayış, bilim, ilim, hikmet” versin. Bu toprakları haketmek için bazen neler yapmamız gerektiğini unutuyoruz.

Bu yeni bir savaş geleceği kurmak uğruna, yeni bir “seferberlik”. Her kaynağa, başta “yetişmiş her bir insanımıza” sonuna kadar ihtiyacımız var.

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

27 Şubat 2023 – Pazartesi, 16:15

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 73… Samimiyet – Kâr Oyunu…

Samimiyet Olmadan Bir Şey Olmuyor ;

“”Türk İş Dünyası’ nın duymak istemediği 10 ifade :

  1. Bir Aileyiz
  2. Yeni Normal
  3. Beyin Fırtınası
  4. Kazan Kazan
  5. Kutu Dışında Düşünmek
  6. Dönüşüm
  7. EBITDA
  8. İnovasyon
  9. Vizyon
  10. Takım Ruhu””

Kaynak : Fast Company, Sayı 14, Nisan / Mayıs 2022, Sayfa 40

“Nasıl olur?” deyip çok şaşırmıştım makaleyi okuduğumda. Hem profesyonel yöneticilik hem de yönetim danışmanlığı hayatımda bu kavramların çoğunu sıklıkla kullandım ve içerikleri, anlam ve önemleri itibarıyla kullanmaya da devam ediyorum. Benzer bir ilgisizliği / kanıksamayı ben de kendi projelerimde sıklıkla yaşıyorum son dönemlerde ama bu olumsuz yaklaşımın nedenleri hakkında da çok kafa yoruyorum. Kabul etmek gerekir ki bir tür “malzeme yorgunluğu” benzeri “kavram yorgunluğu” sözkonusu.

Gerekli gereksiz kullanılan, sadece muhatabını etkilemek için dillendirilen, detaylarını ve inceliklerini yaşamamış, tecrübe etmemiş şahısların prim yapmaya çalıştıkları yukarıdaki kavramlar aslen ne kadar masum olsalar da bir süre sonra bıkkınlık veriyor, boşvermişlik ve umursamazlıkla karşılanıyorlar. Yoksa kurumsal hayatımızdaki önemlerine hele bugünün dünyasında kim laf edebilir?

Günün sonunda “anahtar kelime” : “samimiyet”

Mesela;

“Biz bir aileyiz” ? Demekle olunmuyor. Ailenin fertlerine (!) gereken yatırımı yapıyor musun? Kötü gününde yanında mısın? Başı sıkıştığında yardımcı oluyor musun? Yoksa ilk gözden çıkardığın o ailenin (!) fertleri mi?

“Beyin fırtınası” ? Sürekli yapıyoruz (!) ama günün sonunda ne hikmetse sadece bir kişinin düşündüğü, ısrar ettiği hatta zorladığı gerçekleşiyor. Toplantılarda “beyin” değil “dedikodu fırtınası” yaşanıyor. “Fırtınadan” vazgeçtik, “meltem” olsun “samimi” olsun.

“Kazan Kazan” ? Yoksa o “sadece kasa kazanır” mı? Hissedarın 100, CEO’ nun 20 kazandığı ortamda çalışan 1 kazanıyorsa bunun adı “kazan kazan” değil daha ziyade “kazı kazan” dır.

Dönüşüm? Benim çok önem verdiğim, hayatım boyunca gereklerini yerine getirmeye çalıştığım bu kavram “samimiyetsizliğin şahikasının” yaşandığı oyun alanlarından birisi aynı zamanda. “-mış gibi” yapmanın olağanüstü başarılı örneklerini görmeniz fazlasıyla muhtemel.

– İnovasyon? Dönüşüm için yazdıklarım aynen geçerli. Moda kavramların hiç eskimeyenlerinden biri. Benim için olmazsa olmaz, pek çok şirket yönetimi için banka kredisi kullanımında işe yarayacak, finansörlerin hoşuna giden süslü kelimelerden.

“Samimiyet” olmadan bir şey olmuyor…


Kâr Oyunu Nasıl Bir Oyundur? ;

Capital Dergisi’ nin Nisan 2022 sayısından alıntı bir görselde (sayfa 132), kârlılıkta pek çok sektörde denizin bittiği, yolun sonuna gelindiği ve daha aşağı kâr oranlarının yaşamsal olarak mümkün olmadığı ifade ediliyor. Teknik detaylarına çeşitli sektörlerdeki bağlantılarım tabii ki vakıftır, benim meramım daha genel olacak :

Kârlılık; “yakalanması” günün koşullarına, tesadüflere, volatiliteye, ürünlerin anlık pazar taleplerine vs. ye göre değişebilecek ama “korunması” son derece zor, uyanık ve tetikte olunması gereken, kurguya ve kadroya sürekli yatırım ihtiyacı doğuran bir süreç, “hiç bitmeyen / never ending” bir hikaye, devamlı bir “adanmışlık” duygusu.

Kârlılık; zayıf takımın tesadüfen attığı golün üstüne yatıp onbir kişi ile yapılan bir defansın neticesinde kazanılan bir futbol maçı değil, daha ziyade günün sonunda çok muhtemel olarak daha güçlü, daha hazır, daha dayanıklı, daha donanımlı tarafın kazandığı beş setlik bir “grand slam tenis” maçı.

Kârlılık; her taşın birbirinin aynısı olduğu, stratejilerin sınırlı, seçeneklerin limitli, beklentilerin düşük tutulduğu bir “dama” maçı değil, her bir taşın “farklı” hayati fonksiyonlar üslendiği, derin bir “stratejik” hazırlık gerektiren, her an dünyanın farklı bir köşesinde 12 – 13 yaşlarında gencecik büyükustaların sahneye çıktığı bir “satranç” maçı, hatta günümüzde “online” oynanan dev bir “satranç turnuvası”.

Kârlılık; “tavlayı” seven toplumumuz için dahi beş oyunda biten tek bir parti değil, beş “partide” biten uzun bir seans. Öyle ki attığınız zar tek bir partide kurtarıcınız olmasın, beş partide kazanın ki “ustalığınız” ortaya çıksın, kimse tek partide “şansına” kazandın demesin.

Örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz ama “temellerin değişmediği” konusunda hemfikirizdir muhtemelen.

Kârlılık “sonuçtur”, tesadüfen kapımızı çalsa bile korunup geleceğe taşınabilmesi çok daha temel çabaların sonucudur. Başta kurgunuza, kadronuza, sermayenize, AR-GE, ÜR-GE, inovasyon süreçlerinize, maddi olmayan varlıklarınıza, bilgi / entelektüel sermayenize yaptığınız “kesintisiz, doğru ve stratejik yatırımların” sonucudur.

Deniz hiç bir zaman bitmez, bitmemelidir. Katma değeri daha yüksek ürün ve hizmetlerle istim korunabilir. Biz ne kadar kararlı, hazırlıklıyız? Doğru teşhisi koyabiliyor, uygun tedaviyi uygulayabiliyor muyuz?

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

20 Ocak 2023 – Cuma, 20:57

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 72… Değerli Olan! – Sürdürülebilirlik!..

Değerli Olan Az Bulunandır ;

Aşağıdaki mesajı aktif kullandığım diğer bir platformda yayınlamıştım bir süre önce, linkedinde. Ağırlıklı olarak iş dünyasına hitap eder bu platform ama içeriği sanki biraz da diğer sosyal medya alanlarına uyarlanabilir geldi sonrasında, buraya da almaya karar verdim :

Bazen uzun zaman geçiyor, mesaj paylaşmıyorum bu platformda, arasıra bu boşlukları oluşturmanın gerekli olduğuna inanıyorum. Bu tür aralar; çevremize, ilişkilerimize, işimize, dünyamıza ve planlarımıza yine, yeniden ve çok daha sağlıklı, çok daha objektif bir şekilde bakmamızı sağlıyor.

Bazen kendim yazmaktansa bağlantılarımın, arkadaşlarımın, çözüm ortaklarımın yazdıklarını okuyor, bugüne kadar olduğundan daha farklı değerlendirmeye çalışıyorum onları. Sizlere de hararetle tavsiye ediyorum. Arada sırada sadece izlemek, okumak, takip etmek düşünebileceğimizden çok daha fazla kapı açıyor önümüzde.

Günün sonunda;

– Hayat bir bütün, iş dünyası bunun sadece bir cephesi. Yaşadığımız zaman diliminde bu tek cepheye gereğinden fazla önem atfetmek bize yarardan çok zarar getiriyor.

Kurulan menfaat ilişkilerini sadece paylaşılan mesajlara verilen cevaplardan ve reaksiyonlardan dahi takip etmek mümkün. Kişisel beklenti ve menfaatlerin insan ilişkilerini nasıl erozyona uğrattığını bu platformda dahi (doğru gözlüklerle bakabiliyorsanız) takip edebiliyorsunuz. Eminim; bazıları sizin de midenizi bulandırıyordur, benimkini bulandırdığı gibi.

– Bu platform kullanıcılarına teknik bilgi edinme / paylaşma, kendini tanıtma / başkalarını tanıma, muhtemel iş fırsatlarını bulma / sondajlama gibi çok sayıda imkan sunuyor. Ama ben en çok “kazanılan tecrübenin paylaşımının” önemli olduğuna inanıyorum. Altı bine yakın bağlantımla yıllardır etkileşimde bulunuyoruz, pek çoğu ile yüzyüze tanışmış değiliz ve aralarında öğrencilerden tutun, kariyerinin daha en başında olanlara ve emekli CEO’ lara kadar çok farklı kesimler var. Gençlerin enerjisi, olgunların tecrübesi burayı çok değerli kılıyor. Bizim gibilerin sadece işle değil hayatın bütünü ile ilgili tecrübeleri bağlantılarımızın başkalarına bakış yeteneklerine de katkılar sağlayacaktır, buna eminim. En azından doğru mercekleri kullanıp çevre ve arkadaş bellediklerinden kazık yememenin yollarını biraz daha kestirmeden bulacaklardır düşüncesindeyim. Hayat aynı hataları defaatle tekrarlamak ve yanlış ilişkilerin içinde debelenmek için çok kısa.

Bu tür bir mesaj içeren bir paylaşımı kimbilir kaç yıl sonra yaparım, gerek duyarım bilmiyorum. Her şeyin değerlisi az bulunanıdır çünkü.


Sürdürülebilirlik İle Yatıyor, Onunla Kalkıyoruz ;

“Sürdürülebilirlik” ile yatıyor onunla kalkıyoruz bu sıralar. Ünvanlar görüyorum mesela; “İK ve Sürdürülebilirlik Grup Başkanlığı”, “Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Komitesi Başkanı” gibi. İş dünyası dergileri “sıfır emisyon”, “sıfır atık”, “düşük karbonlu ürünler”, “doğaya zarar vermeyen üretim süreçleri” gibi güncel konuları içeren makalelerle dolu.

İyi de, linkedin profilinde “finansal sürdürülebilirlik” tanımlaması olan bir yönetim danışmanı olarak soruyorum : Hangi “sürdürülebilirlik”?

Kurumsal iletişim ile çevresel sürdürülebilirliği, İK ile iklimsel sürdürülebilirliği aynı disiplinlerin içine yerleştirmek ne kadar doğru? Ne kadar samimi? Yoksa yine “-mış gibi” mi yapıyoruz? Populer kavramların içini boşaltıp “dostlar alışverişte görsün” mü diyoruz?

Bu konuda çok netim. “Sürdürülebilirlik” çok sayıda birbirinden farklı başlıklar içeren bir “şemsiye” tanımlamadır. Mesela; “finansal sürdürülebilirlik” gibi, “çevresel”, “iklimsel”, “siyasal” türleri vardır ve herbiri için de farklı dinamikleri, gerekleri, şartları, yaklaşımları göz önünde bulundurmak zorundayız.

Maalesef yine “ünvan enflasyonunun” olağan sonuçlarından biri olarak ortaya çıkıyor içinde “sürdürülebilirlik” olan tanımlamalar. Ta ki hangi tür “sürdürülebilirliğin” sahibi, sorumlusu ve hesap vericisi olduğu açıkça ifade edilene kadar. Bu durumun kurumların organizasyonel ve hiyerarşik yapılarında da ciddi sorunlar doğurduğuna şahit oluyorum.

Ben kendi adıma “sürdürülebilirlik” kavramının alt başlıklarını aşağıdaki gibi belirledim ve söz konusu hizmetleri çok net bir çerçeve içinde anlatabiliyorum;

“Daha sürdürülebilir bir şirket performans ve yapısına sahip olmanızı sağlayacak özel danışmanlık hizmetlerimiz…”

■ Aile Şirketi Danışmanlığı

■ B Takımını Yönetme Danışmanlığı

■ Duygusal Zeka Danışmanlığı

■ Halef Selef Danışmanlığı

■ İK Yapılanma Danışmanlığı

■ İşe Alım Danışmanlığı

■ Maddi Olmayan Varlıklar Değerleme Danışmanlığı

■ Sadıkları Yönetme Danışmanlığı

■ Şirket Satışı Danışmanlığı

■ Şirket Yaşam Eğrisi Danışmanlığı

■ Yönetici Seçme Danışmanlığı

■ Yönetim Kurulu Danışmanlığı

Sürdürülebilirlik kavramı son derece değerli ve önemli. Ancak çerçevesi, sınırları, beklentileri ve oyun alanı olabildiğince net belirlenmeli. Aksi taktirde “verimsizliğin” bir başka boyutu olarak karşımıza çıkacak ve oluşturacağı “alternatif maliyet” de o oranda yüksek olacak.

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

18 Aralık 2022 – Pazar, 13:09

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 71… Saplantılarımız! – Dikkat Ve Odaklanabilme Problemimiz!..

“Saplantımız Bize Bir Dünya İnşa Ediyor” ;

“Evet, bütün kitaplarımda şu ya da bu biçimde bir saplantı mevcut. Kendisine ait bir dünyası olan herkes şu ya da bu şekilde saplantı sahibi olmak durumunda. Veya tersinden söylersek saplantımız bize bir dünya inşa ediyor. Bu durumda da insanlardan çok onların saplantılarıyla ilgiliyim. Kendini gerçekleştirmenin de, bir şeyler inşa etmenin de arkasında saplantı var. Hatta saplantı meraktan daha ağır basıyor bile olabilir. Saplantı aynı zamanda bir eğilimin kararlılık kazanarak kişiyi gelgeç ilgilerden, güncel söylemden yalıtması ve bir anlamda yoğunlaşma yaratması da demek. Yani gelgeç ilgilenmenin tam karşıtı, aşırı dercede karşıtı.

– Ömer F. Oyal – Hürriyet KitapSanat – 18 Şubat 2022 – Eray Ak’ la Söyleşi.

“Saplantı” üzerine bu olağanüstü tespit bu kavrama bambaşka bir açıdan bakmamı sağladı. Klişe ve ezber tanım ve yaklaşımların etkisizliği hatta vereceği zarar kadar, farklı bakış açılarının oluşturacağı olağandışı faydanın da istisnai bir örneği benim açımdan. Öyle ya belleğimize olumsuz çağrışımları ile yerleşen bir kelime “saplantı”, halbuki üstadın yukarıdaki yaklaşımı onu;

– kişiye ait bir dünya kurucu,

– kendini gerçekleştirmeyi, bir şeyler inşa etmeyi sağlayan,

– çoğu zaman meraktan daha önemli,

– bizi “gelgeç ilgilerden” uzak tutan, gerçekten yoğunlaşmamızı sağlayan,

bir olgu olarak yeniden “tanımlıyor”.

Entelektüel hayatımıza katkısı elbette ki çok büyüktür bu yaklaşımın ama bir de “iş hayatımıza” etkisine dikkat çekelim. Üstadın yukarıdaki satırlarda çerçevesini çizdiği ve benim de acizane yorumlarımla genişletmeye çalıştığım perspektifle;

– İşimizi daha iyi yapmak,

– Uluslararası oyuncu olmak,

– Yepyeni alan ve ürünleri tasarlamak, ortaya çıkarmak,

– Her an daha da mükemmele yelken açmış bir yönetim kadrosuna ve kurgusuna sahip olmak,

– Küresel yatırımcıların gözdesi olmak,

– En iyilerin çalışmak için mücadele ettiği birer ilgi ve cazibe odağı haline gelmek,

– …. vs (gibi sayabileceğiniz onlarca) “saplantımız” var mı? Bizi “gelgeç” olandan koruyacak saplantılarımız? Bu “saplantıları” doğuracak ve besleyecek tutkularımız?

Bir roman eleştirisinden (Bahara Bir Hediye – Ömer F. Oyal – Yapı Kredi Yayınları) nerelere geldik değil mi? İşte bu alakasız ilişkileri kurmak ve anlamlı hale getirmek de benim “saplantılarımdan” biri.


Genelde “Dikkat”, Özelde “Odaklanabilme” Problemimiz ;

Aşağıdaki alıntılar, uzun süredir ilgimi çeken, özellikle de günümüz şartlarında etkinliğini ve maliyetini çok arttırdığını düşündüğüm bir sorunla ilgili : Genelde “dikkat”, özelde “odaklanabilme” problemimiz. Kaynak; Fast Company Dergisi, Şubat – Mart 2022, Sayı 13, “”Yeni” Para Birimine Dikkat” başlıklı makale, Beste Göksel.

“… Prof. Teixeira’ nın hesaplamasına göre 1990′ dan bu yana “dikkat sorunundan kaynaklanan maliyet” 7 – 9 kat arasında arttı. “Bu son 25 yılın belki de en dramatik artan maliyeti oldu”

“… Ünlü yazar Seth Godin dikkat için :”Bir zamanlar en kısıtlı varlık istiridye idi, sonra petrol oldu. Şu anda en kıt kaynak dikkattir” diye konuşarak önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Bu önemli kavrama yıllar önce Nobel ödüllü ekonomist Herbert Simon “Attention Economy (Dikkat Ekonomisi)” terimi ile dikkat çekmişti. “Bilgi zenginliği giderek dikkat yoksunluğuna neden oluyor. Oysa dikkat tıpkı para gibi kıt bir kaynak”

“… yönetim uzmanı Adam Grant’ a göre dünyadaki en “kıt kaynak” ne zaman, ne enerji ne de aşktır. En önemlisi ve en zor bulunan kaynak ; “dikkat”. “Bir yöneticinin dikkati azaltıcı unsurlara yenik düşmesi en büyük hatadır. Odaklanmak en değerli metadır. Böylelikle önceliklerinizi bölmeden başarılı karar verebilirsiniz”

“… Adam Grant “bölünmüş dikkati” bağlılık, katılım ve mükemmelliğin düşmanı olarak görüyor. Bu konuyu ve alınan önlemin oluşturduğu farkı şöyle ortaya koyuyor : “Yıllar önce 500 büyük şirket içinde yer alan bir yazılım şirketi için çalışma yapmıştık. Şirket Salı, Perşembe ve Cuma öğleden önce kimsenin işinin bölünmeyeceği bir düzen denemeye karar verdi. Sonra resmi politika haline getirdi ve uygulamaya devam etti. Bunun sonucunda “kesintisiz akışın çalışanların verimliliklerini %65 oranında arttırdığı saptandı.”

Özellikle C-seviye yöneticiler ve yönetim kurulu üyeleri için çok önemli gördüğüm bu konuyla ilgili benim de blogumda yer alan makalelerim var, konuyla ilgilenenler için aşağıdaki bağlantılar yararlı olabilir.

https://lutfullahkutlu.wordpress.com/2013/02/26/kafam-cok-karisik-ajandam-da/

https://lutfullahkutlu.wordpress.com/2013/06/25/yangin-tupu-elimde-bir-oraya-bir-buraya/

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

27 Kasım 2022 – Pazar, 16:01

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 70… Yalancı Baharlar! – Yeniden Yapılanmanın Önemi…

Yaşanan “Yalancı Baharların” Ne Kadar Farkındayız? ;

“… Konteyner krizi ve navlunların artışının da katkısıyla Çin tedarik zinciri kırıldı ve Türkiye tek alternatif olarak belirdi. Türkiye şu ana kadar kapasitesinin üç katı kadar sipariş aldı. Ben buna “Yalancı Bahar” diyorum. Zira iki yıl sonra Çin tedarik zincirini düzeltecek ve Avrupa mecburen üretimi içeri çekmeye çalışacak. Türkiye’ yi sıradan bir makine üreticisi olmaktan kurtarabilecek çözümü ise otomasyon ve dijitalleşmeye geçiş olarak görüyorum. Endüstriyel üretimin dijital ikiz yapısına doğru gitmekteyiz. Tarif ettiğim biçim kol gücüne gerek olmayan karanlık fabrikalar, kendi kendini kodlayan ve bir ağ üzerinde çalışan takım tezgahları, otomasyon ve dijitalleşme bütünü…”

Yukarıdaki satırlar Fortune Türkiye’ nin Ocak 2022 sayısının 20-21. sayfalarındaki “Tezmaksan’ ın Hayatta Kalma Kararı” başlıklı bir söyleşiden alıntı. Büyük bir beğeni ile okuduğum bu söyleşide o kadar önemli hususların altı çizilmiş ki ben sadece birinde yoğunlaştım ama söyleşinin tamamının okunmasını hararetle tavsiye ediyorum.

Bir yönetim danışmanı olarak sorum şu : Yaşanan “Yalancı Baharların” ne kadar farkındayız?

Ülke içi veya küresel konjonktür sektörümüze, şirketimize bugün için bariz avantajlar sağlayabilir. Ya fırtına geçip toz duman yatıştığında, mekanın gerçek sahipleri tekrar bütün güçleri ile ortaya çıktığında ne olacak?

Cevap basit :

Ya başımızı kuma gömüp mevcut avantajların büyüsü ile iş yapış tarzımıza ve ekosistemimize hiç bir yatırım yapmadan günün getirileri ile mutlu olacak ve sonrasında geçici kazançlarımızın tamamını kaybedecek ve hüsrana kapılacağız,

ya da;

Tezmaksan’ ın yaptığı gibi kaderin bir cilvesi olarak bir anda önümüzde bulduğumuz avantajları ve soluklanma dönemini olabildiğince iyi değerlendirecek, bize sınıf atlatacak ve küresel rekabette “+n” öne geçmemizi sağlayacak iş modellerine yatırım yapacağız.

Kağıt üstünde cevap basit; tabii ki ikinci seçenek. Fakat şans hazır olana gelir. Bu ufka sahip bir kurum kültürümüz, yönetim yapımız, profesyonel kadrolarımız, aile anayasamız var mı? İnovasyon ve Ar-Ge’ ye “gerçekten” yatırım yapıyor muyuz yoksa “-mış gibi yapma” derdinde miyiz?


Yeniden Yapılanmanın Önemi ;

Capital Dergisi’ nin Ocak 2022 sayısında yayınlanan “CEO’ nun Ajandasındakiler – 214 Lider Ne Bekliyor? – Sayfa 58” araştırmasındaki soruların muhatapları tarafından doğru anlaşıldığı, doğru tasnif edildiği ve cevapların doğru yorumlandığı ön kabulleri ile hareket etmek kaydıyla çok önemli gördüğüm bir hususa dikkat çekmeye çalışacağım, hem yönetim danışmanı hem de profesyonel yönetici gözlüklerimle :

Çok önem verdiğim ve özellikle bugünkü gibi kriz dönemlerinde her amacın gerçekleştirilmesinin ön şartı addettiğim “Yeniden Yapılanmak” en son sırada, hem de 2021′ dekinin yarı ağırlığı ile (!).

CEO’ larımız nakit akış, pazar payı, dijitalleşme, maliyetler, karlılık, verimlilik gibi teknik hedefleri tutturmayı en başlara almışlar da bunları başarmak için gereken en önemli aşamayı “yeniden yapılanmayı” en sona yerleştirmişler, dediğim gibi göreceli önem ağırlığını da yarıya indirerek.

Büyüme, verimlilik, karlılık ve finansal sürdürülebilirlik üzerine yoğunlaşmış, profilinde kendini tanıtım için bu kavramları seçmiş bir yönetim danışmanı olarak çok net bir ifade ile diyorum ki;

özellikle günümüz dünyasında ajandanın birinci ve olmazsa olmaz temel maddesi “yeniden ve sürekli olarak yapılanmaktır” diğer tüm ajanda maddeleri bunu takip eder / etmelidir ve ayakta kalabilmek, rekabette önde olabilmek için “gerekli ama yeterli olmayan” şarttır.

Bu konudaki kafa karışıklığını ve isteksizliği kariyerimin başından bu yana artan bir ivme ile gözlemliyorum. Sebepleri?

Çünkü “yeniden yapılanmak”;

– Cesaret, öngörü, yatırım, sabır, uzun vadeli bakış açısı ister,

– Hissedarların kesintisiz desteği şarttır,

– Tüm olumlu sonuçlarının alınması için zamana ihtiyaç vardır,

– Uzun şirket ömrünün temel yatırım alanı, kısa şirket hayatının da ana sebebidir.

Korkarım ki temel sebeplere inmedikçe, “yeniden ve sürekli” yapılanmadıkça, klişe ve moda kavramların arkasında sürüklenmeye, her yıl aynı şeyleri konuşmaya, pansuman tedbirlerle sadece ateş düşürüp hastayı yatağa mahkum etmeye devam edeceğiz…

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

5 Ekim 2022 – Çarşamba, 16:56

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 69… Ara Kademelerin Yetersizliği – Attan Düşmek!..

Ara Kademelerin Acziyeti / Yetersizliği ;

TV’ lerde her sektörün sözcüsü “… bakanımıza, … idaresi başkanımıza ama en önce sayın cumhurbaşkanımıza” girizgahı veya final cümlesi ile maruzatını, isteklerini, beklentilerini anlatıyor. Ara kademelerin acziyetini / yetersizliğini bundan daha iyi ne gösterebilir? Yapmayın..!

Bu görüntü sadece iki şekilde tevil edilebilir;

1. Yürütmenin başındaki “Bir Numara” nın sonsuz bir egoya sahip olduğu, irili ufaklı tüm problemlerin çözüm mercii olarak kendisini gördüğü ve herşeyi kontrol etmek gibi altından kalkılamayacak bir yaklaşımın içinde bulunduğu, hiç bir astına da güvenmediği veya değer vermediği.

2. Görev tevdi edilen bazı bürokratların; bakanların, müsteşarların, idare başkanlarının, kamu kurumlarının genel müdürlerinin vs.. son derece yetersiz, donanımsız ve bulundukları makamların gereklerini yerine getirmekten aciz oldukları.

Ben ilk seçeneğin doğru olmadığına inanmak istiyorum, zira dünyanın en tehlikeli coğrafyasında yer alan, etrafı ateş çemberi ile örülü, nüfusunun %65′ i 35 yaşın altında olan, son derece yüksek bir ekonomik ve demografik potansiyele sahip bir ülkenin tüm sorumluluğunu bir kişiye yıkmak hem o ülkeye hem de o kişiye yapılabilecek en büyük kötülük, yönetim sisteminden bağımsız olarak söylüyorum bunu, ister başkanlık sistemi isterse parlamenter demokrasi olsun.

Kalan diğer seçenek ise tüm olumsuzlukları ile hayatımızdaki yükünü ve maliyetini arttırmaya devam ediyor. Özel sektörde olsa bir gün barınamayacak profillerin ülkenin en güzide kurumlarında “bir numaranın” gölgesine sığınarak maaş aldıkları her bir güne şükrettikleri, inisiyatif ve katkı üretmeyi akıllarından bile geçirmedikleri bu zaman diliminde; verimsizleşen, toplumun üstüne yük olan uygulamaların ve kurumların sayısı ve maliyeti inanılmaz boyutlarda.

Yazık değil mi bu ülkeye?

Tabii ki bu yapının nasıl oluştuğunu sorgulamak gerekli, tabii ki istisnaları ile birlikte başarı hikayeleri de var, bu toksik yapının içindeki başarı hikayelerini de ayrıca incelemek gerekli, onlar nasıl başarılı olabilmişler / kalabilmişler mevcut ortamın içinde, bu da ayrı bir inceleme konusu. Ama bizim yoğunlaşma alanımız; genel durum, vasat… Vasat berbat, maalesef.

Bu ülke ve kamu kurumları çok daha güzel neticeleri hakediyor, bu tartışılmaz ama yıllardan bu yana vurguladığım gibi; ister sağ deyin ister sol, bu ülkede “siyasetin kurgusu” değişmedikçe, siyaset ömür boyu geçinme kapısı olarak görülmeye devam edildikçe, “siyasi liderlere” bugünkü adeta “kutsal adam” statüsü verildikçe biz hakettiğimiz “yönetim felsefesine ve araçlarına” kavuşamayacağız.


Attan Defaatle Düşmenin Getirisi Birkaç Öneri ;

Sosyal medya bağlantılarım arasında çok sayıda üniversite öğrencisi veya yeni mezunu var. Aşağıdaki paylaşımım onlara gelsin fakat tabii ki sadece onlarla sınırlı değil. Bu arada bağlantılarım arasındaki üniversite öğrencisi kızım da inşallah okur bu “attan defaatle düşmenin getirisi olan” birkaç öneriyi / teklifi :

– Kalp EKG’ si dümdüz bir çizgi haline geldiğinde “ölüsünüz” demektir. Hayatta dümdüz bir başarı ve mutluluk çizgisi bekliyorsanız çok yanılıyorsunuz. Hayattaki asıl hedef “kesintisiz mutluluk anları” değil, her bir zorluğu alt etmeye çalışırken başardıklarımız. Onlara yoğunlaşırsanız Goethe’ nin dediği gibi “hayatınızda mutlu tek bir hafta bile hatırlamazsınız ama çok mutlu bir hayat yaşarsınız”. “Sinüs eğrisi” nin tepe ve dipleri ne kadar sık ve birbirine mesafeliyse, yaşananlar o kadar “insan olma sorumluluğunun gereğidir”.

– Hiç bir kas grubu ağırlık yüklenmedikçe gelişmez. Ağırlık istenmeyen bir faktör de olsa “büyüyebilmek” için gerekli ama yeterli olmayan bir koşuldur, “olmazsa olmaz”. Bacakları geliştirmek için “squat” en çok tavsiye edilen harekettir yani ilk önce “dibe vurmanız” sonra da “tüm ağırlık ile yukarı çıkmanız” gerekir. Dibe vurmayan hiç bir şey sınırlarını zorlayamaz. Dibe vurmak için de “risk almak” zorundasınız. Alınan risk sonucu olmayan “dibe vuruş” muhakkak ataletin ve vazgeçmenin sonucudur. Alınan risklerin neticesi kayıp gibi görünse dahi kaybetmezsiniz, bir sonraki riske daha donanımlı hazırlanırsınız.

“Bilmediğiniz” alandaki macera oyundur, “bildiğiniz” alandaki ise “yatırım”. Onun için “borsada oynanmaz”, “borsaya yatırım yapılır”. Siz ilgi duyduğunuz alana yatırım yapın, yani önce “öğrenin”, gerisi gelecektir. Aksi taktirde sadece “oynamış” olursunuz. Unutmayın “oyun” çok taraflıdır, oynarken birileri de sizle oynarlar. Oyun kurucular “bilenlerdir”, “oynayanlar” da genellikle kurbanlar.

“Uzmanlık” kavramının büyüsüne çok kapılmayın. Kişisel fikrim “her alanda iyi olmaya” çalışmaktır. “Genellemeci” olmak size “kuantum evreninde” aklınıza dahi gelemeyecek sayı ve çeşitte “ilişki” kurma şansı verir, insanlarla değil “kavramlarla”. “Genellemeci” olmanın en büyük getirisi “kavramsal etkileşimlerin” size sağlayacağı büyük ufuk ve olasılıklardır. Ama unutmayın; göründüğünden çok daha zor ve acı vericidir.

– Son söz : Ben “insan olma sorumluluğunun bilincine varmak için yaşıyor ve iş dahil tüm hayatıma bu gözle bakıyorum”.

Ya siz?

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

27 Eylül 2022 – Salı, 14:21

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

JURNAL 68… Eleştiri, Çözüme Odaklanma Açmazı! – Gücün Ne Kadarı Yola Aktarılıyor?!.

“Eleştiriden Ziyade Çözüm Önerilerimize Odaklanalım”..! Haydi Oradan..! ;

“Eleştiriden ziyade çözüm önerilerimize odaklanalım” söyleminden daha “siyaseten doğru / politically correct” bir ifade çok az gördüm iş dünyasında ve içerdiği bir nebze haklılık payına rağmen kesinlikle ihtiyatla yaklaşılması gerektiğine inanıyorum.

Neden?

Bu söylemi sıklıkla dillendirenlerin, adeta günlük bir “yaşam mottosu” haline getirenlerin ezici çoğunluğunun asıl maksadının “eleştiriye muhatap olmamak” olduğunu gördüm çünkü. Asıl motivasyon faktörü çözüm üreten süreçleri tetiklemekten ziyade “biat” beklemek, aba altından sopa göstererek kararlarının tartışılmasını engelemeye çalışmak. Siz de aynı gözle baktığınızda çok sayıda patronun, C-seviyesi yöneticinin hatta devletin tepesindeki bürokrasinin dahi aynı güdüyle hareket ettiğini göreceksiniz ;

– Muhaliflerinin sesini yükselmeden kısmak, yılanın başını büyümeden ezmek.

Asıl mesele; bu şahsiyetlerin azami derecede “çözüm odaklı” olmaları değil, “durum tespitini” gereksiz ve  tehlikeli görmeleri kendileri açısından, “potansiyel lider adaylarının halının altına süprülmesi gereken tehlikeli görüşleri” bu fikirler..!

Halbuki işin doğası gereği yöneticinin / liderin birincil görevi : realiteyi masanın üzerine tüm çıplaklığı ile koyabilmek (Peter Drucker)

Geldiğimiz zaman ve zeminde istenmeyen insan tipi oldu bu, maalesef. Günlük küçük hesapların uzantısı bir vaka, kimse durum tespiti, mevcut durum analizi, aykırı fikir, eleştiri istemiyor. İstenen “kreatif çözümler”; kreatif bir söylem (içi boş ve yanlış olsa da önemli değil.!), “kreatif finans” (şirketi batırsa da kabulümüzdür, yeter ki patronun / ailenin yüksek ideal ve isteklerine hizmet etsin), “kreatif ekonomi” ( başlangıç ile bitiş arasındaki fark önemsiz, önemli olan mevzi kazanımlar, bir ileri – iki gerinin “geri” kısmını kimse dillendirmemeli) vs..

Masanın üstüne realiteyi yatırmayanların musalla taşına kurumları / şirketleri / nesilleri yatırdığı gerçeğini unutmamamız dileğiyle…


Gücünüzün Ne Kadarını Yola Aktarabiliyorsunuz? ;

Motorunuzun kaç HP güç ürettiğinden çok daha önemlisi ne kadarını yola aktarabildiğiniz.! Yani asıl mesele: “aktarma organlarınız”. Bu ülke ve kurumları 300 beygirlik motor gücünün çoğunu yetersiz “aktarma organları” ile kaybedip yoldaki 80 beygirlik ufaklıklardan tur yiyor maalesef.!

Otomobil sporlarına düşkünlüğüm bugün bu sporun jargonu ile karalamak ihtiyacı doğurdu bende, aşina olmayanlardan peşinen özür dilerim ama yeterince anlaşılır olacağından eminim.

Çoğu zaman “saf güç”, büyüklüğüne paralel bir şekilde işe yaramıyor, önemli olan bu gücün tekerleklerinize ve yola ne kadarının aktarılabildiği. Şanzımanınız ve diğer aktarma organlarınız 100 beygirlik ayara, donanıma, beceriye, dayanıklılığa sahipse sizin kullanabileceğiniz asıl güç budur, 100 HP. Daha fazlası sizin sadece hayalinizdir, hele bu gücün büyüsüne kapılmışsanız ve böbürlenmeye, hava ve caka atmaya başlamışsanız çok kısa sürede hayatın gerçekleri ile tanıştırırlar sizi; otobanda 80 HP’ lik ufaklıklar (!) sizi sağ şerite mahkum ederler.

Ülkemiz ve kurumlarımızdaki duruma aynalayalım :

İddialıyız. Uluslararası rekabette çok güveniyoruz kendimize, hakikaten de turbo motorumuz 200 HP, hatta yazılım güncellemesi de yaptık, şimdi yeni değer artık 250 beygir. “Eh bu değerle ilk 10′ u zorlarız” diyoruz. İyi de bu gücü tekerleklere ve ralli parkuruna dökecek ekipmanın ne yazılımı, ne teknolojisi, ne dayanıklılığı, ne de materyal kalitesi bu güce uygun, taş çatlasa 100 beygiri ancak kaldıracak, biraz fazla yüklenirsek bizi 10. km. de yolda bırakacak, üstelik de Paris – Dakar Rallisi’ nin zorlu ve aşırı kırıcı etaplarındayız (!)

Siyaset bu realiteyi kabul etmiyor, bürokrasi etmiyor, iş dünyası etmiyor ve biz ısrarla “aktarma organlarına” yatırım yapmamaya devam ediyoruz.

Nedir siyasetin “aktarma organları”? : Başta bizzat siyasetin kurgusu, milletvekilleri, bakanlar, bürokratlar, bunların seçildiği ve geldiği kaynaklar, seçilme tarzları, insani ve entelektüel vasıfları, sizler de yüzlerce örnek verebilirsiniz.

Nedir iş dünyasının “aktarma organları”? : Ailelerin işe bakışı, şirketlerin kurumsal yapıları, yönetim kurulları, aile anayasaları, finansal kaynakları, insan gücünün kalifikasyonu, maddi olmayan asıl varlıklarının yeterliliği vs.

Motorun “beyni – ana kontrol ünitesi – CPU” su ne kadar güncel? Doğru kararları verebiliyor mu zamanında? Mesela yakıt basması gerekirken yakıtı mı kesiyor veya tersi?

Şanzıman ne kadar kararlı? Doğru devri sağlayabiliyor mu sürekli? Yoksa gereksiz vites hareketleri ile ülke, pardon şirket, sürekli yanlış devirde çekiş sorunu mu yaşıyor?

Selamlar;

Lütfullah Kutlu

10 Ağustos 2022 – Çarşamba, 15:10 

JURNALLERİM içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 2 Yorum